“Hav, yaşasın beni çağırıyor. Oyun mu oynamak istiyor acaba? Sürpriz mi yapacak bana? Dur şuna kuyruğumu sallayayım da sevindiğimi anlasın, başka türlü anladığı yok zaten.”
Köpek koşa koşa geliyor adamın yanına, biraz başını okşattıyor, kendi etrafında dönüyor, bir iki hoplayıp zıplıyor. Adam sehpada duran küçük, ama gösterişli parfüm şişesini alıp havalı cümlelerle köpeğe şişeyi gösteriyor. Adamın duruşu değişiyor şişeyi gösterirken; çok para vermiş, konuşmasından, kurum kurum kurulmasından belli. Sonra adam bir tören edasıyla şişenin kapağını açıp bir pısım köpeğe koklatıyor.
“Ah be densiz adam, dayadın burnuma keskin kokuyu, bir de bekliyorsun ki beğeneyim, taklalar atayım, senin ne yüce estetiğe sahip olduğunu havkırayım. Ne anlıyorsunuz pisliklerinizi dünya para sayıp satın aldığınız ağır kokularla kapatmaktan acaba? Off! Ne oluyor şu şişeyi boşaltınca üstüne başına! Getirdin burnuma dayadın da medeni mi oldun? Sen iyi oldun, ben kötü mü oldum?

Zaten insana doğalını vermeyeceksin, anlamaz. Nerede yapay, nerede genetiği bozuk şey var onlara meyleder insanoğlu. Pahalı olursa matah. Dayayacaksın bunun burnuna zehri, vereceksin havalı bir moda… al sana insanoğlu.
Ne güzel söylemiş Marcus Valerius MARTIALIS:
O suyu kirletmeye kıçın yetmez
Kafanı daldır, Zoilus, kafanı
Hiç zorlama; bin kez de dayasan burnuma senin bayılıp dünya paralar döktüğün o ağır ve yapay kokuları, bininde de koklamam senin aldığın hazla.
Ben sana kemik veriyor muyum hiç!”


